11.00 feribotu kalkıyor, yayalar soldan.
En son hatırladığım komut buydu. Ve şimdi İstanbul’da evimdeyim. Akşama taze fasulye ve domatesli pirinç pilavı pişirsem mi diye düşünüyorum.
Özgür ve kaliteli zaman ne kadar çabuk geçiyor… Tüm yıl boyunca iki arkadaş deli derya hayaller kurduk. Bozcaada’ya gidince şöyle yaparız, böyle yaparız, aman bir de şöyle de yaparız, takla da atarız, amuda da kalkarız, su yutarız, baloncuk çıkarırız dedik. Her gün bir satır geçirdik hayallerimizin içinden ona dair. Ve gittik, geldik, bitti…
Bu yıl geçen yıldan daha sıcaktı ve esintisi fakirdi. Bolca yüzdük ve hayale dair midye dolmayı yedik, şarabımızı içtik.
Sevdiklerimizi gördük, özlediğimizi fark ettik, koşturduk, yürüdük; plaj çalışanı gibi yarım yamalak yandık 🙂 Kötü bir dondurma yedik ama yine de orada yedik diye güzel geldi. Görmemiş gibi davrandık. İstanbul’da kahve fincanı yokmuşçasına fincanlar aldık 🙂 Altı gün de olsa makyaj yapmadan, doğanın hediyesi al yanaklar ve kiraz dudaklarla dolaşmak ne hoştu.
Kimse kimseye bakmıyor bu adada. Açabildiğince bakan yok (denemedim!). Herkes kendi halinde, başlar önde, kendi aralarında. Bu yıl da herkes samimi ve güleryüzlü.
Ayağımın yarısı kara, yarısı ak; naneli dondurma aklımda… Attığım kulaçlar kaslarımda, sokak aralarındaki pembe çiçekler kalbimde. Şarabın tadı damağımda, şivesi dilimde, peyniri damağımda…
Seviyoruz seni Bozcaada. ❤️
Teşekkürler Muharrem Yıldız
Teşekkürler Nilada..